Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster


     Cumhuriyet BayramıTürkiye Büyük Millet Meclisi'nin 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta kutlanan bir millî bayramdır.
Cumhuriyet Bayramı'nın kutlandığı ülkelerde 28 Ekim öğleden sonra ve 29 Ekim tam gün olmak üzere bir buçuk gün resmî tatildir. 29 Ekimlerde stadyumlarda şenlikler yapılır, akşam ise geleneksel olarak fener alayları düzenlenir.
1925 yılında çıkarılan bir kanunla Cumhuriyet'in ilanı günü yeni Türk Devleti'nin bayramı ilan edilmiştir.


Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği 10. Yıl Nutku'nda, bu günü en büyük bayram olarak nitelendirmiştir.


 "Büyük Millet   Meclisi" adıyla 23   Nisan   1920'de Ankara'da   toplanan halkın   temsilcileri, 20   Ocak   1921'de Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasayı kabul ederek egemenliğin Türk ulusuna ait olduğunu ilan etmiş ve 1 Kasım 1922'de aldığı kararla saltanatı kaldırmıştı. Ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi.


    27 Ekim 1923'te İcra Vekilleri Heyeti'nin istifası ve yerine meclisin güvenini kazanacak yeni bir kabinenin kurulamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa, yönetim biçiminin Cumhuriyet olması için İsmet Paşa ile birlikte bir kanun değişikliği tasarısı hazırlayarak 29 Ekim 1923'te Meclis'e sundu. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yapılan değişikliklerin kabulü ile Cumhuriyet, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ilan edilmiş oldu.

Cumhuriyetin ilanı, Ankara'da 101 pare top atışı ile duyuruldu ve 29 Ekim gecesi ile 30 Ekim 1923 tarihinde başta Ankara olmak üzere tüm ülkede bir bayram havasında kutlandı.

Cumhuriyet ilan edildiği sırada henüz 29 Ekim günü bayram ilan edilmemiş, kutlamalar konusunda bir düzenleme yapılmamıştı; 29 Ekim gecesi ve 30 Ekim günündeki şenlikleri halk kendiliğinden organize etti. Ertesi yıl, 26 Ekim 1924 tarihli 986 numaralı kararname ile Cumhuriyet'in ilanının 101 pare top atılarak ve planlanacak özel bir programla kutlanmasına karar verildi. 1924 yılında yapılan kutlamalar, daha sonra yapılacak olan Cumhuriyet’in ilanı kutlamalarının başlangıcı oldu.



2 Şubat 1925'te, Hariciye Vekaleti'nce (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerilmiştir. Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelendi ve 18 Nisan'da karara bağlandı; 19 Nisan'da ise teklif TBMM tarafından kabul edildi. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, Cumhuriyet'in milli bir bayram olarak kutlanması resmi bir hüküm şekline geldi. Cumhuriyetin ilan edildiği gün, 1925'ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde resmî bir bayram olarak kutlanmaya başladı.

Hükûmet 27 Mayıs 1935'te milli bayramlar hakkında yeni bir düzenleme yaparak ülkede kutlanan bayramları ve içeriklerini yeniden belirledi. Daha evvel Meşrutiyet'in ilan günü olan Hürriyet Bayramı ile Saltanatın kaldırılış günü olan Hâkimiyet Bayramı milli bayramlar arasından kaldırılarak kutlanmasına son verildi. Cumhuriyet'in ilan edildiği gün 29 Ekim "ulusal bayram" olarak ilan edildi ve devlet adına yalnız o gün tören yapılması karara bağlandı.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında yıkılan bir devletin enkazından genç Türkiye Cumhuriyeti'nin doğduğu vurgusu yapılmıştır.[3] Bu ilk zamanlarda kutlamalar, günübirlik yapılan törenler şeklindeydi. Aynı gün içinde törenler, sabah resmikabul ile başlar daha sonra devlet erkanı önünde resmî geçit düzenlenir ve akşamda fener alayı gerçekleştirilerek program üç kısımda tamamlanmış olurdu. Ayrıca bayram akşamları şehrin idarecileri ve ileri gelenlerinin katıldığı "Cumhuriyet Baloları" düzenlendi. Törenlerin bu yapısı 1933 yılına kadar devam etti.

Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında 1933 yılında gerçekleşen onuncu yıl kutlamalarının ayrı bir yeri ve önemi vardır. 1923'te kurulan Cumhuriyet'in on yıl gibi kısa bir süre içinde gerçekleştirdiği reformların ve ekonomik kalkınmanın halka ve tüm dış dünyaya gösterilmek istenmesi Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına farklı bir anlam yüklenmesine sebep oldu. Onuncu yılda kutlamalar daha önce yapılan bayram kutlamalarından çok daha geniş bir şekilde organize edildi. Hazırlıklar için 11 Haziran 1933 tarihinde TBMM'de görüşülen ve 12 maddeden oluşan 2305 sayılı "Cumhuriyet’in ilanının onuncu Yıl Dönümü Kutlama Kanunu" kabul edildi. Kanunla 10. yıl kutlamalarının üç gün sürmesi ve bu günlerin resmi tatil olması kararlaştırıldı.

Tüm yurtta, 10. yıl bayram kutlama törenlerinin yapıldığı yerlere "Cumhuriyet Meydanı" adı verildi ve isim koyma törenleri yapıldı. İsim konma törenleri sırasında hatıra olarak "Cumhuriyet Anıtı" veya "Cumhuriyet Taşı" denilen mütevazı anıtlar yapıldı. Kutlamalar, çok renkli geçti. Mustafa Kemal, Ankara Cumhuriyet Meydanı'nda Onuncu Yıl Nutku'nu okudu. Onuncu Yıl Marşı bestelendi ve marş her yerde okunur oldu. 1934 yılından 1945 yılına kadar yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları bazı değişiklikler dışında 1933 yılında yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları örnek alınarak düzenlendi.

 





KAYNAKÇA: https://tr.wikipedia.org/wiki/29_Ekim_Cumhuriyet_Bayram%C4%B1




      Çocukluğumun en güzel filmiydi. Hala hatırlıyorum verdiğim tepkileri ve babama ‘’ben böyle değildim değil mi baba? ‘’ dediğimi. Çocukluk işte her izlediğinizi kendimize yoruyoruz. Hayat hala aynı değil mi izliyoruz ve bende bunu yaşarsam diyoruz. Aşk, para, iş, arkadaş çevresi her şey de geçerli bu. Ya insanlara çabuk güveniyoruz hüsrana uğrayan taraf biz oluyoruz, ya da tam tersi seviyorsunuz gidiyorlar. Aman işte öyle saçma bir hayatın içindeyim ki şu sıralar ne yazmaya ne de konuşmaya cesaretim var. Her şeye cesareti olan bir insanın cesaretini yok ettiler bundan daha kötü ne olabilir ki? Ne güven kaldı, ne de hayata bakışım komple bittim yani anlayacağınız. Neyse sizlere tabi ki de kendi hayatımı değil filmi anlatacağım. Sorrryy 😊 Dalıp gitmişim neler yaşadığımdan bahsedeyim derken uçuşa geçmişiz yine hiç uyarmıyorsunuz 😊 Oscar ödülü adayı olup kazanamayan bir filmdir Benjamin. F. Scott Fitzgerald’ın 1922 yılında çıkarttığı kısa öyküden uyarlanmış, 2009 yılında gösterime girmiş  ve ilk gösteriminden itibaren  insanların beynine kazınan bir film olmuştur. Bu filmi aslında herkes bilir. Hayatın terslikleri çok güzel anlatılmamış mı bu filmde şimdii ☹ Bunu izleyen bir çocuk şimdilerde

hayattan korkar. Filmin yönetmeni David Fincher, senaryo yazarı ise Oscar ödüllü Eric Roth’dur. Filmin başrollerini ise en sevilen karakter Brad Pitt ve Cate Blanchett paylaşmıştır. Brad Pitt var diye  anlatmıyorum bu filmi tabi ki de 😊 😊 Film 156 dakika civarında sürmekte. Filmin türü ise fantastik- dram olarak geçmekte.

Evet ballandıra ballandıra girişini yaptığım bu filmin konusuna ne zaman mı geçeceğim. İşte evet bu satırda hazır mısınız 😊

  
   Benjamin, yaşlı olarak dünyaya gelen ve hayat döngüsünü tersten deneyimleyen  bir karakterdi. 11 Kasım 1918 ‘ de New Orleans halkı 1. Dünya Savaşı’nın bitişini kutlarken bir bebek 86 yaşındaki bir adamın fiziksel görünüşüyle doğar. Bebeğin annesi doğumdan sonra ölür ve bebeğin babası bakamayacağını anlayıp bir huzur evinin kapısına bırakır. Huzurevinde çalışan Afrikalı- Amerikan çift bebeği bulur ve hamile kalamayan Queenie bebeği  kendi üstüne almaya karar verir. Bebeğin adını Benjamin koyar. Filmin aynı zamanda hikayenin devamında Benjamin’in fiziksel değişimi başlar. 1930 yılında 70 yaşında görünürken büyükannesi huzurevinde yaşayan Daisy ile tanışır ve onunla oynamaya başlar. Birkaç yıl sonra Benjamin römorköre çalışmaya gider. Mike , Benjamin ’i genel evlere ve bârlara götürür her boş zamanlarında.
Sonra uzun dönem iş için New Orleans’tan ayrılır. Rusya’da Elizabeth Abbott adlı İngiliz kadınla tanışır ve ona aşık olur. Yeni evli Elizabeth eşiyle İngiliz hükümetine casusluk yapmaktadır ve Benjamin ile bir işi vardır. 8 Aralık 1941 yılının sabahında Elizabeth beklenmedik şekilde ayrılır.
Benjamin New Orleans’a geri döner ve babası Thomas Button ile tanışır babasının tüm  mirası Benjamin ‘e kalır. Aradan zaman geçtikten sonra Benjamin Daisy ‘in New York’ta dansçı olduğunu öğrenir. Benjamin 1962 yılında yeniden Daisy ile görüşür ve ona aşık olur. Babasından kalan evi satar ve Daisy ile birlikte bir dubleks eve taşınırlar. Çiftin birkaç yıl sonra Caroline adında bir çocukları olur. Caroline 1 yaşına geldiğinde Benjamin tüm servetini Daisy ‘e bırakır ve ayrılır.
Evet filmi anlattım çok güzel değil mi. Ama unuttuğum şey var hep başlarda mı özetini geçeceğim canım filmin yapıtaşlarını ya da kitap yazarlarını .
F. Scott Fitzgerald yani Benjamin ‘in yazarı 1896 yılında ABD’nin Minnesota eyaletinde dünyaya gelmiş. Aristokrat bir babanın ve  İrlanda asıllı bir annenin çocuğudur. 1913’te Princeton Üniversitesi’ne girdi. 1. Ve 2.  Dünya savaşlarını gördü ve bunlarla alakalı eserler verdi. Dünya savaşı çağındaki kuşağa ‘’Yitik Kuşak’’ demiş ve o insanların dramlarını evrensel bir tema halinde bizlere sunmuştur. Scott 1940 yılında Hollywood’da ölmüş.


Yazarımız olan Scott’tan bahsettiğimize göre bana da İyi Seyirler demek düşer.

İyi Seyirler…




Yılların filmi olan efsane güzel bir film. Tekrar izliyorum her canım sıkıldığında.1997 yılında Amerika’da çekilmiş epik-romantik filmdir. 

Yönetmeliğini James Cameron yapmıştır. En iyi film Oscar ödülü, en iyi yönetmen Oscar’ı gibi bir çok alanda ödüle ev sahipliği yapmıştır. IMDB puanı 7,8’ dir. Leonardo Di Caprio ve Kate Winslet başrollerini paylaşmaktadır. Geminin felaketle sonuçlanan ilk seyahati sırasında âşık olan farklı toplumsal sınıflara mensup iki gencin hayatı anlatılmaktadır. Kısaca konusu iki aşığın hikayesi. Bir kolyeyle yaşanılanları hatırlayan ve geçmişini hatırlayan bir kadın.

    Dünyanın hatırlamak istemediği ‘’titanik faciası’’ görkemli bir film olmuştur. Film 3 saat 14 dakika sürmüştür ama film 2 saat 40 dakika olacak şekilde ayarlanmıştır. Bayan Rose yani Kate Winslett su içinde olan çekimlerde içine dalgıç elbisesi hiç giymemiş ve bu sebeple zatürre olmuş ayrıca filmde Rose’un üstünde durduğu tahta parçası titanik geçmişinden kalan orijinal bir parçadır.


     Teknolojinin son hızla ilerlediği bu dönemde ‘’Titanik’’ adlı dev bir düş gemisi inşa edildi ve bu geminin yolcuları arasında Jack adlı bir genç ve Rose adlı bir kız bulunmaktaydı. Jack ve Rose şans eseri tanışırlar ve bu tanışmayla birlikte birbirleriyle yakınlaşırlar. Gemi batarken Rose bir tahta parçasına tutunarak Jack’i kurtarmayarak ölüme terk etmesi İzleyiciler tarafından çok eleştirilmişti. Rose’u canlandıran Kate, bir televizyon programında ‘’ Rose’un Jack’i neden ölüme terk ettiğini bende anlamıyorum. İkisinin de kurtulma ihtimali vardı.’’ Diyerek titanic severler tarafından beğenilerini toplamıştır. Bu film Hollywood’un en etkileyici filmi olmuştur.



     Filmin asıl konusuna geçeyim özet şeklinde hemen 😊


     1996 yılında Brock Lovett ve grubu RMS Titanic’in enkazında ‘’Heart of the Ocean’’ adı verilen bir kolye ararlar. Kolye yerine bir resim bulurlar ve bu resimdeki kadın bu aranmakta olan kolyeyi kullanmaktadır. Bunun üzerine haber yapılan köye ve resim amacına ulaşmış ve o resimdeki kadın Rose Calwert, Brock’un daveti üzerine araştırma gemisine getirilir. Bu yaşlı kadın 17 yaşındayken çizdirdiği resmi görünce batmaz denilen RMS Titanic’te geçirdiği zamanını anlatmaya karar verir. Rose Dewitt annesi ve nişanlısıla 1. Sınıf yolcu olarak titanic gemisine biner. Rose için bu gemi köle gemisidir çünkü annesinin baskısıyla evlenmek üzeredir. Jack Dawson ise bu gemi için biletini, bir kumar masasında kazanmıştır. 3. Sınıf bölümünde seyahat eder. Cal, Rose  için aldığı kolyeyi düğünden önce hediye etmek ister ve Rose’un boynuna takar. Rose bulunduğu durumdan kurtulmak isterken Jack ile karşılaşır. Birbirleriyle zaman geçirdikçe birbirlerine bağlanmaya başlarlar. Rose bu arada Jack’in çizimlerini çok beğenir ve kendini ona hediye edilen kolye ile çizmesini ister. Bu aralarda ise geminin kaptanı buzdağı uyarılarını dikkate almaz ve hızını azaltmadan devame der. Titanik 14 Nisan 1912’ de sulara gömülmesiyle son bulan hazin olayların başlamasına neden olacak buzdağına çarpar ve 1500 kişinin ölümüne sebep olan bu felaket yaşanırken Rose ve Jack’in birbirine yaptığı fedakarlıklar, aşk ve dramı anlatan bir filmdir.



     Gerçek bir olaydır bu titanik efsanesi. Herkesin izlemesini tavsiye ederim. İzleyenler de tabi ki benim gibi baştan baştan izleyebilirler 😊
Bol bol iyi seyirleriniz olsun.

Her yıl 5 Nisan günü kutlanan avukatlar günü nasıl ortaya çıktı?  Avukat olmak isteyen adaylar için neler gerekir ?

Merakla beklenen gün geldi. İnsanlar en çokta ortya çıkışını merak ediyor bu günün. İşte efendim bugün nasıl oluşmuş haydi bir bakalım 😊



Avukatlar Günü Nasıl Ortaya Çıktı?
3 Ocak 1934 tarihinde İzmir’de “Türk Avukatlar Birliği” toplantısında tüm baroların aynı çatı altında toplama düşüncesini ortaya konulmuştur. Bunun için çeşitli gazetelerde öneriler sunulmuştur. 24 yıl sonra 5 Nisan 1958 tarihinde İzmir Ticaret Odası toplantı salonunda yapılan 2 günlük toplantıda “Barolar Birliği ” nin  kuruluş çalışmalarına başlamışlardır. Yapılan araştırmalar sonucu ilk olarak İstanbul Barosu’nun 70 yıl önce 5 Nisan 1878 de toplanıp genel kurul yapmış olduğu gün ile aynı güne denk geldiği ortaya çıkmıştır. Bunlarla beraber yapılan görüşmeler sonucunda tesadüf eden tarihler öneri olarak sunularak 5 Nisan ” Avukatlar Günü ” olarak kabul görmüştür.

Peki Bu Avukatlar Günü Tam Olarak Ne Zaman?
2019 yılında Avukatlar Günü 5 Nisan Cuma gününe denk gelmektedir.

Savunma hakkının kutsallığı teriminde kendini bulan avukatlık mesleğinin önemi ve zorluğunun dile getirildiği gün olup ülkemizde her yıl 5 Nisan da Avukatlar Günü kutlanmaktadır.

Peki Nedir Bu Avukat ?

Avukat, kişi ya da kurumlar arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkların mahkemelerde yasalara uygun olarak, kısa sürede ve güven içinde giderilmesi, bu yolla adaletin gerçekleşmesi için yargıçlara yardımcı olan kişidir.
Avukat, yargı önünde; gerçek ya da tüzel kişilerin haklarını savunan, hukuk ve yasa işlerinde yol gösterici nitelik taşıyan kişiye verilen mesleki unvandır.
İnsanlar avukatı hep hakkımı savunan kişi olarak tanımlar ama bilimsel olarak sözlüklerde böyle yazmakta.




Avukatlar Ne İş Yapar ?

-Hukuksal  sorunlarda ve yasal konularda yorum yapmak,
-Mahkeme ya da yargı yetkilisi bulunan diğer organlar karşısında gerçek ve tüzel kişilere ilişkin hakları dava etmek ve savunmak;
-Adli işleri, resmi dairelerdeki tüm işleri izlemek, bu işlerle ilgili belgeleri düzenlemek,
-Kendisine verilen ya da kendisinin kabul ettiği bir davayı ister kısa ister uzun zaman aralığını kapsasın, sonuna dek izlemektir.

Hukuk Okumak İsteyen Öğrencilerin Dikkatine :

-Üst düzeyde  akademik yeteneğe, sözel akıl yürütme becerisine,
-Sağlam bir mantık ve sezgiye sahip,
-Sosyal bilimlere ilgili ve bu alanda başarılı,
-Sabırlı ve anlayışlı,
-Tarafsız karar verebilen,
-Sorumluluk sahibi,
-Değişik görüşlere ve yeniliklere açık, okumayı ve araştırmayı seven,
-Kuvvetli bir belleğe sahip,
-Araştırmacı, titiz, dikkatli ve düzenli,
-İnsanlarla rahat iletişim kurabilen, zor koşullarda çalışabilen,
-Cesaretli, sabırlı, soğukkanlı bir kimse olması gerekir.


Bu Bölümü Seçersen Nasıl Bir Ortamda Çalışırsın ?



Avukatın işinin ağırlığı ya da hafifliği, aldığı ya da kendisine verilen dava sayısına göre değişir. Özellikle serbest çalışan avukatlar için dava sayısının, buna bağlı olarak da iş kapasitesinin artması yorgunlukla birlikte, kazancı da artırır. Avukatlar, 20 Temmuz ile 5 Eylül arasındaki “adli tatil” süresi dışında, bütün yıl çalışırlar. Kamu kesiminde çalışan avukatlar, haftalık çalışmalarını, resmi çalışma saatlerine bağlı olarak sürdürürler. Serbest çalışan avukat için, çalışma saati sınırlaması yoktur. Avukat, mesleğinde ilerlemeyi, avukatlıkta gösterdiği başarı ile sağlar. Bunun yanında avukatın başka alanlara geçme olanakları da vardır. Bir avkuat , belli koşulları yerine getirerek hariciyeci, kaymakam, vali, müfettiş , hukuk müşaviri olabilir. Yüksekokul ve üniversite öğretim elemanlığı da belli koşullarla avukata açıktır. Avukat ayrıca, iktisadi devlet kuruluşlarında yönetim kurulu üyesi başkanı ya da denetçisi olabilir.

İş Bulma İmkanları;

Kamu kesiminde ya da özel kesimde görev yapan avukatlar, ücretli olarak çalışırlar. Ayrıca avukatlık tazminatı alırlar ya da çalışmaları özel statüye bağlanır. Bu, avukatlığın aynı sektörlerde çalışan memurlardan daha kazançlı olmasını sağlar.



Eğitim İmkanları;

Avukat olabilmek için, hukuk fakültesini bitirdikten sonra; bir yıl süren avukatlık stajını yapmak gerekir. Stajın altı ayı mahkemelerde, altı ya da bir avukatın yanında gerçekleştirilir. Bu staj kesintisiz yapılır.








KAYNAKÇA : avukatlar günü


Otizm farkındalık günü (ottoman awareness day ) nedir ?

Bugün 2 Nisan. Kısacası bugün farkındalık günü. Otizm farkındalık günü. Peki nedir bu otizm ? Farkındalık günü nasıl oluştu ?

OTİZM NEDİR ?

    Otizm bir ruh hastalığı olmamakla beraber belirtileri ruh hastalıklarını çağrıştırabilir. Hastalıkları Konrtol Etme ve Önleme Merkezi (Centers for Disease Control Prevention) tarafından açıklanan verilere göre, 2006 yılında her 150 çocuktan 1’inde, 2012 yılında her 88 çocuktan 1’inde ve 2014 yılındaki son bilgiye göre de, her 68 çocuktan 1’inde otizm görülmektedir.
     Otizm spektrum bozukluğu, doğuştan gelen ya da yaşamın ilk yıllarında ortaya çıkan, diğerleriyle iletişim kurmayı zorlaştıran ve engelleyen, karmaşık bir nöro-gelişimsel bozukluk olarak tarif edilir. Aynı zamanda  Otizm, doğuştan gelen ve yaşamın ilk yıllarında iletişim problemleri ile kendini gösteren gelişimsel bir farklılıktır.

OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUĞU BELİRTİLERİ NELERDİR ?

  • Göz kontağı kuramama,
  • Yaşıtlarıyla arkadaşlık kuramama,
  • Diğerleriyle eğlence, ilgi veya başarıyı paylaşmaya karşı ilgisizlik,
  • Empati eksikliği. Otistikler, diğerlerinin acı ve üzüntü gibi duygularını anlamada zorluk çekebilirler,
  • Konuşmayı öğrenememe veya konuşmada gecikme. Otistiklerin % 40’ı asla konuşmaz,
  • Sohbet etmeye başlamada zorlanma ya da başlamış bir konuşmayı sürdürmede zorlanma,
  • Kalıplaşmış veya sürekli tekrarlanan konuşma,
  • Aynı şeyleri yapmakta ısrar, rutine sıkı bağlılık,
  • Duyusal az veya çok uyarılma,
  • Dinleyicilerinin bakış açısını anlamada zorlanma. 



PEKİ BU OTİZME NE SEBEP OLUR, TİPİK BELİRTİLERİ NELERDİR?

  • Konuşmayı öğrenememe veya konuşmada gecikme. Otistiklerin %40'ı asla konuşmaz. 
  • Sohbet etmeye başlamada zorlanma. Ayrıca otistikler başlamış bir konuşmayı sürdürmede zorlanırlar.
  • Kalıplaşmış veya sürekli tekrarlanan konuşma. Otistikler daha önceden duydukları belli bir cümleyi sürekli tekrar ederler (ekolali).
  • Dinleyicilerinin bakış açısını anlamada zorlanma. 


      Otizm belirtileri çoğunlukla ebeveyn veya çocuğun bakıcısı tarafından ilk 3 yılda anlaşılır Otizm doğuştan olan bir farklılık olsa da , bebeklikte belirtileri anlamak veya teşhis koymak zordur. Ebeveynler çoğunlukla bebekleri kucağa alınmaktan hoşlanmadığında, cee gibi oyunlarla ilgilenmediğinde veya konuşmaya başlamadığında endişelenirler. Bazen çocuk yaşıtlarıyla aynı zamanda konuşmaya başlar ve sonra konuşma becerisini yitirir. Ayrıca çocuğun işitme problemi olduğundan da şüphelenilebilir.
    Otistik bir çocuk çoğunlukla işitmez görünür, fakat bazı zamanlar tren düdüğü gibi uzaktan gelen bir ses ilgilerini çeker. Erken teşhis edilen ve yoğun tedavi gören bir otistik, başkalarıyla ilgilenebilir, iletişim kurabilir ve büyüdükçe kendine bakabilir. Yaygın olarak düşünülenin aksine, çok az otistik sosyal olarak tamamen izoledir ve kendi dünyasında yaşar.

YETİŞKİNLİKTE OTİZM BELİRTİLERİ NELERDİR?

    Bazı otistik yetişkinler çalışabilir ve kendi başlarına yaşayabilir, bu durum zeka ve iletişim becerisinin   derecesine bağlıdır. En azından %33'ü kısmen bağımsızdır. Bazı yetişkin otistikler, özellikle zeka düzeyi düşük ve konuşamayanlar, çok fazla yardıma ihtiyaç duymaktadır.



‘’ MAVİ IŞIK KAMPANYASI ‘’ NERELERDE YAPILACAK ? AMACI NEDİR ?


    2 Nisan günü tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Otizm Farkındalığı için Mavi Işık yakılacak. Kamuoyunun dikkatini otizme çekmek için başlatılan ve bütün dünyada ilgi gören Mavi Işık Yak Kampanyası’nın (Light It Up Blue) 2009 yılından beri Türkiye Tohum Otizm Vakfı’nın çağrısı ile Türkiye’de ikonik binalar Aydınlatma Gereçleri İmalatçıları Derneği (AGİD ) üyelerinin katkılarıyla mavi ışıkla aydınlatılacak.
   Otizm farkındalığına destek vermek için 15 Temmuz Şehitler Köprüsü, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Galata Kulesi başta olmak üzere, İzmir Saat Kulesi, Masal Şato, Diyarbakır’da Surlar, Amasya Kalesi gibi birçok yapı mavi ışıkla aydınlanacak.
    “Otizme Mavi Işık Yak” Kampanyası ile ilgili açıklama yapan Tohum Otizm Vakfı Genel Müdürü Betül S. Özer, “Türkiye genelinde yaptığımız araştırmalar gösterdi ki ülkemizde her 10 kişiden 8’i otizmin ne olduğu bilmiyor. Rakamlar bize otizm farkındalığı konusunda daha çok çalışmamız gerektiğini gösteriyor. ‘Otizme Mavi Işık Yak’ ise hem bireysel hem de kurumsal olarak destek verilebilecek ve otizm farkındalığı konusunda herkesi harekete geçirebilecek çok önemli bir kampanya. Buradan herkesi 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık gününde mavi giymeye, #otizmemaviışıkyak etiketi ile sosyal medya paylaşımları yapmaya ve otizm farkındalığına destek vermeye davet ediyorum.” dedi.








8 Mart Dünya Kadınlar Günü Nasıl Oluştu? Günümüze nasıl ulaştı? 

     Yıl 1857’nin mart ayı, ABD’ nin New York şehrinde bir dokuma fabrikasında düşük ücret, fazla süreli çalışma ve çok ağır olumsuz çalışma koşullarını protesto etmek ve amacıyla kadın tekstil işçiler greve başlar. 

    Grevin amacı 16 saatlik çalışmalarını 10 saate düşürerek çalışma saatlerine uygun bir biçimde ücret almaktır. Kadınların bu grevi büyük bir kitlesel harekete dönüşerek işçi dayanışması haline gelmiştir. Polisin aşırı müdahalesi ve ardından işçilerin fabrikaya kilitlenmesi ve hala doğrulanamamış bir durum olan sönmeyen bir sigara izmaritinden kaynaklanan bir yangın sonucu kimi kaynaklara göre 120, kimi kaynaklara göre 129 kadın işçi hayatını kaybetmiştir. 26-27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’ nın Kophenhagşehrinde gerçekleştirilen 2.Enternasyonale bağlı kadınlartoplantısında Almanya Sosyalist Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin tarafından ölen kadın işçilerin anısına 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılması teklifi oy birliği olarak kabul edilmiştir. 

   İlk uluslararası kadınlar günü 1911 yılında Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’de gösterilere katılan on binlerce kadın seçme ve seçilme hakkının yanı sıra kadınlara iş ve mesleki eğitim verilmesi, çalışma alanlarında kadın-erkek eşitliği sağlanmasını talep etti. İlk zamanlar tam olarak 8 martta değil de her sene ilkbaharda ölen işçiler anılıyordu. Moskova 1921 gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda tarihin 8 Mart olması kesinleştirilmiştir. 

   Birinci ve ikinci dünya savaşları döneminde gerçekleştirilemeyen Dünya Kadınlar Günü 1960 yıllarda ABD de başlanması sebebiyle daha da önem kazanmıştır ve 16 Aralık 1977 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilmiştir. Türkiye de ilk kadınlar günü 1921 yılında gerçekleştirilmiştir. 1975 yılında Türkiye 1975 kadın yılı kongresi yapıldı ve bu yıllarda daha da coşkuyla kutlama haline gelen Emekçi Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı programına Türkiye’yi de eklemesiyle farklı boyuta ulaşmıştır.

     1980 askeri darbe den dolayı 4 yıl boyunca kutlanamayan kadınlar günü 1984 yılından itibaren çeşitli sivil toplum kuruluşları tarafından tekrar kutlanmaya başlanmıştır. Dünya da temsili bir gün olarak gördüğüm 8 martı aslında kadınların sadece bir günde hatırlanması çok yanlış. Tarihimizde yaşadığımız savaşlarda gün gelmiş cepheye mermi taşımış, gün gelmiş savaşmış, gün gelmiş çocuk doğurmuş, gün gelmiş istihdama katılmış, gün gelmiş şiddete maruz kalmış kadınları sadece bir güne sığdırmak, sığdırmaya çalışmak çok yanlış. Hele hele kadına seçme ve seçilme özgürlüğünü birçok Avrupa ülkesinden önce vermiş ülkemizde hala ikinci sınıf üçüncü sınıf insan muamelesi yapmakta ayrı bir üzüntü verici bir durum olsa gerek. 
     
     Eğer bir erkek kadına davranışlarından dolayı evdeki annesi ya da kız kardeşi aklına gelmiyorsa, karşısındaki kadını üzdüğünde annesinin, kız kardeşinin yüzüne utançla bakamıyorsa bence burada cinsiyetten çok insan zaaflığı var demektir. Dünyayı güzelleştirecek olan bizleriz, kadın erkek denmeden karşılıklı anlayış ve hoşgörüyle bizleriz. Yeri gelecek tartışacağız, yeri gelecek birbirimize gönül koyacağız ama ne olursa olsun birbirimizi anlayacağız anlamak zorundayız kimse kimsenin hayatını çekilmez hale getirme hakkına sahip değil.

Eli öpülesi tüm kadınların  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun...


''Cennet anaların ayakları altındadır.''
Hz. Muhammed (S.A.V)
“Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye, eski devirlerdeki gibi basit değildir. Gerekli özellikleri taşıyan evlat yetiştirmek, pek çok özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple kadınlarımız, hatta erkeklerden daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgin olmaya mecburdurlar!”
Mustafa Kemal Atatürk
Nazım Hİkmet'ten.
https://www.youtube.com/watch?v=Emyts6ydYHY

     Yaşar Kemal, 6 Ekim 1923 tarihinde Osmaniye’nin Hemite ilçesinde dünyaya gelmiştir. Gerçek adı Kemal Sadık  Gökçeli’dir.


        Ailesinin göçünü şu şekilde anlatmaktadır: "Babam, anam Doğu Anadoludan, 1915'te Rus ordusu Van'ı işgal edince, oradan bir buçuk yılda Çukurova'ya gelerek bu köye yerleşmişler. Köyde bizimkilerden başka Kürtçe konuşan hiç kimse yoktu. Ben kendimi bildiğimde Kürtçe sadece bizim evin içinde konuşuluyordu. Ben doğduğumda babam çok yaşlı, belki elli yaşın üstündeydi, anam da çok gençti. On yedi yaşında. Evde babamın bir kardeşi, onun karısı, bir de akrabaları bir genç kız vardı. Amcamın karısının bir elini Van'da bir top gülle parçası almış götürmüştü. Aile bir bey ailesiydi. Ailenin mensup olduğu Luvan aşiretinin son beyi Gulihan Bey babamın amcasıydı." 

Kürt kökenli Türk romancı, senaryo ve öykü yazarıdır.Yaşar Kemal öğretmenlerinden gerçek adını hep saklarmış. Nedenini bilmiyormuş ama çok şaçma olduğunun farkındaymış. Bu yüzden çok pişmanmış. Yaşar Kemal daha üç buçuk yaşındayken kurban kesimi sırasında akrabasının elindeki  bıçağın kayması sonucu sağ gözü kör olur.  Yaşar Kemal küçük yaşlardayken babasını gözünün önünde öldürürler ve olayı gören Yaşar Kemal uzun süre şoka girer ve kekeme kalır fakat bu kekemeliği şarkı söyler ve kitap okurken geçiyordu. Okumayı tam öğrendiği zaman kekemeliği geçer. Babasının ölümüyle ilgili şöyle demektedir: "Ben babamın camide, o, namaz kılarken yanındaydım, hançerlendiği akşamdan sonra, sabaha kadar yüreğim yanıyor, diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma kadar zor konuştum. Yalnız türkü söylerken kekemeliğim geçiyordu. Hiç kekelemiyordum. Kitap okurken de, okur yazar olduktan sonra, hiç kekelemedim. On iki yaşımdan sonra kekemeliğim geçti."  Yaşar Kemal hep merak içinde olmuştur. Köye gelen Çerçilerin kadınlara sattığı eşyaların bir kısmını borca verdiğini ve deftere yazdığını görür  ve yazıyla böyle tanışır. Yaşar Kemal Adana’nın Burhanlı köyünde ilkokula başlar. Ortaokulu maddi imkânlardan dolayı bırakmak zorunda kalır.
 Hayatın acımasızlığı ve sertliği ile daha küçük yaşlarda tanışmış olur. Yaşar Kemal’in yaşamında derin iz bırakan işlerden birisi Adana’daki kütüphanede memurluk yapmasıdır. Kütüphaneye okuyucu olarak gelen Orhan Kemal’i burada tanır. Tanıştığı kişilerden biri de İstanbul’dan Adana’ya sürgün edilen, ressam Abidin Dino’dur. Yaşar Kemal sürgünler hakkında “Bazen sürgünler iyi olur, bu sürgün olmasaydı Abidin Dino ile nerden tanışacaktım?” der. Yaşar Kemal, gençlik yıllarında yazdığı şiirleri, Görüşler Dergisi’nde yayımlanmaya başlar. Askerdeyken ilk hikâyesi olan “Pis Hikâye’’ yi yazar. 1951 yılından itibaren Cumhuriyet gazetesinde fıkra ve röportaj yazarı olarak çalışmaya başlar, gazetede Yaşar Kemal ismini kullanır ve ismi hep Yaşar Kemal olarak bu gazete ile kalır. 




Yaşar Kemal bir “İnsanlara yalan söyledim, adımı değiştirerek kendimi sakladım. Yaşamımda bunun kadar ağırıma giden bir şey olmadı. Benim Kemal Sadık Gökçeli olduğumu bir Abidin Dino, bir Arif Dino, bir de romancı arkadaşım Orhan Kemal biliyordu. Ortaokuldaki Türkçe öğretmenimle karşılaştım bir gün Adana’da. Yahu Kemal, dedi bana, çok iyi bir yazar var Cumhuriyet’te kimdir acaba? Yaşar Kemal’i övdü. Ona bile o yazarın ben olduğumu söyleyemedim.” Der. Yaşar Kemal doğa ile iç içedir. Çukurova yazılarda Yaşar Kemal’e emanettir. Kendisiyle atışan görme engelli Aşık Ali, “Sen bu yaşta bu kadar iyiysen ilerleyen yaşamında Karacaoğlan gibi olacaksın” demiştir. Bu cümleyi hiç unutmamıştır Yaşar Kemal.
Yaşar Kemal, sadece Türkiye edebiyatına değil, dünya edebiyatına da ilgi duyar. Miguel de Cervantes’tir. Yaşar Kemal Don Kişotla ilgili  “O ne güzel adam, gözünü daldan budaktan sakınmaz, alçak gönüllü bir adam, ben Don Kişot’u çok seviyorum. Günümüz kahramanlığın içini boş yere şişirmişler. Bana kalırsa, Don Kişot, kahramanların dünyadaki en işe yaramış, en gerçeği, en insan olanıdır. Bir kahramandan bahsedildiğinde aklıma ilk Don Kişot gelir.” Demiştir.
Yaşar Kemal’in etkilendiği bir diğer edebiyat ise Kürt edebiyatının önemli yazarlarından Memed Uzun’dur. Şarkıların, türkülerin, şiirlerin peşinden koşması onu Âşık Veysel buluşturur. Ve Aşık Veysel’i canlı olarak dinler. Onun bağlamasına olan aşkını hiç unutamaz ve Aşık Veysel gibi o da kalemine ve kağıdına bağlanır. 1952–2001 yılları arasında Thilda Serrero ile evli kalmış, 2002 yılında Ayşe Semiha Baban ile 2. evliliğini yapmıştır.
Yaşar Kemal, birçok ödül alır. PEN yazarlar derneği üyesiydi. Aynı zamanda Nobel edebiyat ödülüne aday gösterilen ilk Türkiyeli yazardır. Nobele aday gösterildiğinde "Ölene kadar da aday olacağım." Demiştir. Çeşitli üniversiteler tarafından kendisine fahri doktora verilir. Yaşar Kemal ismi ile Kültür Merkezleri, kütüphaneler, bulvarlar ve daha birçok yer açılır. Yaşar Kemal’in hayatını konu alan belgesel çekimleri yapılır.
Büyük yazarımız, Yaşar Kemal, 14 Ocak 2015 tarihinde, solunum güçlüğü ve kalp ritmi bozukluğu sebebiyle İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi yoğun bakım ünitesine kaldırılır. 28 Şubat 2015 yılında bulunduğu hastanede vefat eder. 2 Mart 2015 tarihinde cenazesi Teşvikiye Camisinde kılınıp, düzenlenen büyük törenin ardından Zincirlikuyu Mezarlığına defnedilir.
BAŞLICA ESERLERİ:

1)      Sarı Sıcak ( 1952 )
2)      İnce Memed I.Cilt (1955 )
3)      Teneke (1955) 
4)      Orta Direk ( 1960 ) 
5)      Yer Demir Gök Bakır ( 1960 ) 
6)      Üç Anadolu Efsanesi (1967) 
7)      İnce Memed II.Cilt ( 1969 ) 
8)      Ağrı Dağı Efsanesi (1970) 
9)      Binboğalar Efsanesi (1971)
10)  Yılanı Öldürseler ( 1976 ) 
11)  Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal karınca ( 1977 ) 
12)  Kuşlar da Gitti ( 1978 ) 
13)  İnce Memed III.Cilt ( 1984 ) 
14)  İnce Memed IV.Cilt ( 1987 ) 
15)  Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana – Bir Ada Hikayesi I.Cilt( 1997 ) 
16)  Karıncanın Su İçtiği – Bir Ada Hikayesi II.Cilt( 2002 ) 
17)  Tanyeri Horozları – Bir Ada Hikayesi III.Cilt( 2002 ) 
18)  Çıplak Deniz Çıplak Ada – Bir Ada Hikayesi IV.Cilt( 2012 ) 
19)  Tek Kanatlı Bir Kuş ( 2013 ) 




Yaşar Kemal’i, usta yazarı sevgi ve saygıyla anıyor. Nur içinde yatmasını diliyorum.
İyi okumalar.

Kaynakça :